Bir gün (Süleyman Hilmi Tunahan k.s.) bizi, ağabeyimiz de beraber olmak üzere eski Şeyhülislâmlardan Molla Efendi namıyla maruf, Acıbâdem'de ikamet eden büyük âlimlerden birinin ziyaretine götürdüler.
Takriben 13 yaşlarında olan torunu kahve getirince Hz. Üstazımız sordu:
- Molla Efendi, bu torun mu?
- Evet.
- Okutuyor musunuz bu delikanlıyı?
- Nerdeee?
- Neden okutmazsınız, gün gelip antika olacaklar.
Adam ümitsiz, yeis içinde izhar-ı hal ederken, hz. Üstaz:
- Molla Efendi, ümitsiz olma. Siz Sultan Hamid'in etrafında Osmanlı saltanatının safasını sürerken, bu günler hatıra gelir miydi?
- Nerdeee?
- Öyleyse Kâdiri Mutlak olan Cenab-ı Hak, gün gelir kusurları bağışlar, bu hali tebdil eder, ne dersiniz? sualine, yine:
- Nerdeee? Hz. Üstaz (k.s.) üzüntü ve istiğrak içinde:
- Hâlbuki, küçük kerimeyi getirip Kur'an'dan mânâlar verdirerek gönlünü hoşnut etmek istiyordum. Bir mani sebebiyle getirmemiştim. Allah'dan oldu. Zira çocuk bu hali görüp zavallı babam, hâlâ ilim davasında; memleketin en büyük âliminde dahi ümit yok, diye maneviyâtı bozulacaktı, buyurdular.
Bu çocuğu sen okutuver dese, Üstazımız cana minnet bilecek. Aradığı şey de bu, lâkin demedi.
Hânikâhın (müsafirhane) hadimine zaman zaman:
➥ Ali Dayı, cami kapılarını dolaş. Pabuç sürüyenler varsa getir de okutalım, buyururlardı.
| Hatıratım, Ali Erol, Fazilet Neşriyat
***
Süleyman Efendi hazretlerine neden kitap yazmadığı sorulduğunda, şöyle söylemiştir;
➥ "Selefin (evvel geçen alimlerin) mum ışığında yazdığı paha biçilmez hazine misali eserlerin toprağa gömülerek çürüdüğünü, bakkallara satılarak çöplüklerde çiğnendiğini, bir kısmının da kütüphane raflarında tozlanmış ve çürümeye terk edilmiş olduğunu gördüm.
Medreseleri kapanmış, yazısı(alfabesi) değiştirilmiş, din ilimleri yok olmaya yüz tutmuş olan bir zamanda, kitap yazmaktansa, yazılan ilmi eserleri anlayarak anlatacak, ilmi satırdan sadra(gönle, letaife) intikal ettirilip yaşatacak talebe yani canlı kitap yetiştirmeyi daha lüzumlu buldum."
| Hatıratım, Ali Erol, Fazilet Neşriyat