Top Social

Neler oluyor? Erdoğan'ın Süleymanlılar ile derdi ne? | Akademi Dergisi

içimizdeki israil, akpkk'nin gerçek yüzü, Recep Tayyip Erdoğan, taziye, cenaze, vefat, kemal kacar, ahmet arif denizolgun, siyonizm, mehmet fahri sertkaya, kasımpaşa kuran kursu, israil, mossad, adl, cia,

MERAK EDİYOR MUSUNUZ? 


Erdoğan bazı cenaze namazlarına neden katılamadı? Merhum Kemal Kacar beyin cenaze merasimine katılamamıştı da, Arif Ahmet Denizolgun beyin de cenaze merasimine katılamadı. Hatta bu sefer öyle bir  şey yaşandı ki, havuz medyası olarak tanımlanan, Erdoğan ailesi ile çok sıkı bağlantıları olduğu iddia edilen yandaş basın ve medya, dünyanın en etkili liderlerinden birinin, merhum büyüğümüz Arif Ahmet Denizolgun'un vefatını bile görmezden geldiler. 



Her meselede olduğu gibi, bunu da, Erdoğan'ın bu cenaze merasimlerine neden katılamadığını ve içlerinde yetiştiği Süleymanlı cemaatine karşı neden karşıt bir tutumu olduğunu da ispatları ile anlatıyoruz. Buyurun okuyun! Bu yazıyı yıllar önce, muhteşem ve muhterem büyüğümüz alemi değişmemişken tekrar tekrar paylaşmıştık. Ne kendilerinden bir itiraz olmuştu, ne de bazılarının çok büyük bir dava ve hizmet adamı göstermek istediği Erdoğan'dan... İşte o yazı...

***

ŞU GERÇEKLERİ HERKES İYİCE BİLMELİ 

➥ Erdoğan, Süleymanlı camiasının içinde yetişmiş ve çocukluğunda Süleymanlıların kurslarında okumuş, günümüzde okuduğu gibi Kur'an okumayı dahi bu kurslardan öğrenmiş birisidir.

Anne ve babası da Süleymanlı cemaatine mensuptular ve ellerinden geldiğince hizmet ettiler. Erdoğan'ın okuduğu ve iktidara geçip gücü eline alınca "ihtiyati tedbir kararına rağmen" hukuksuzca yıktırdığı Kur'an kursunda da babasının çok emeği vardı. Sağ - Sol çatışmalarında kursa bir zarar gelmesin diye kapısında çok nöbet tuttu.

Erdoğan, Süleymanlı cemaati ile arasını 2000 yılından sonra bozmadı. Çok daha önce, merhum Kemal Kacar'ın sağlığında söz dinlemedi, nasihat almadı, gidişatına çeki düzen vermedi ve huzurdan kovuldu, cemaatten uzaklaştırıldı. Bütün iletişimi koptu.

Zaten Süleymanlı cemaati onu hiçbir zaman hizmet ehli, donanımlı, birikimli biri olarak da görmedi. Onu sahneye, siyasete cemaatimiz, büyüklerimiz itmedi. Hiçbir yerde de görevlendirmedi. Şartlar gereği 94 seçimlerinde İstanbul Belediye Başkanlığı adaylığı sırasında mensubu bulunduğu partiye oy verildi, o kadar... Biz lüzumu halinde, çok din düşmanlarına bile oy verdik. Demokratik küfür sistemi içinde, bazı çakma mürşidlerin hatta müceddidlerin bu küfür partilerinin bazılarını İslami parti, başındaki bazı siyasetçileri de mü'minlerin halifesi ilan edebileceği kadar cehaletin ve küfrün genel olarak hakim olduğu bir toplumda, oyun içinde oyun kurduk. Harbin hilesine başvurduk. İslam fıkhından da ayrılmadık. Bunlar ayrı münazara mevzuları, şimdilik geçelim...

2000 yılında, daha ortada Erdemliler hareketi, Yenilikçiler hareketi ya da AKP diye bir yapılanma bile olmadığı sırada, Kemal Kacar merhumun vefatı üzerine, cenazesine katılmayıp daha sonra bu gördüğünüz taziye mesajını yayınladı Erdoğan... Gerçekten hasta mıydı, değil miydi o benim ilgi alanım değil, bilemem de ama hasta olmasa bile, o cenazeye gelemezdi, bunu net biliyorum. 

Cemaatimiz kendisine hiçbir zaman kıymet vermedi ve belediye başkanlığından sonraki süreçte CIA ortadoğu masası şefi ve daha başka CIA casusları ile, İçimizdeki İsrail'in patronları, aktörleri, masonluğun vatan haini aktörleri ile iyice yakınlaştığında, İslam davasına ne kadar büyük zararlar verebileceğini görüp elden gelen azami tedbiri aldı. Evet, evet... Aynen öyle oldu ve Erdoğan'ın karşısına da geçip engel olmaya çalıştı. 

Cemaatimiz bir kere bile AKP'ye oy vermedi. Oy kullanılırken AKP'nin gücünü elden geldiğince zayıflatmaya yönelik ve dolayısı ile Siyonizm ile İçimizdeki İsrail ittifakının pusularını bozmaya yönelik hareketler sergilendi. O da bunlara kendince karşılıklar verdi. Kendi okuduğu kur'an kursunu, hukuku bile çiğneyerek, hasta yatağında iken hususi olarak ilgilenerek yıktırması bunlardan sadece birisi...


Çok iyi hatırlarım; merhum Arif Ahmet bey ağabeyimiz, herkesin işiteceği ve basına bile yansıyacağı şekilde ve gür sesle "Bu kadarını ancak bir İslam düşmanı yapar. Kalbi dönen biri yapar" mealinde konuşmuştu. 

Şu şartlarda, iyice bilinsin ki, kendisinin Süleymanlı olduğunu iddia edip AKP taraftarı olan her kim varsa, samimiyetsiz sahtekarın tekidir. Onun Süleymanlılığı kadar AKP'liliği de YALANDIR. 


Erdoğan'ın ve AKPKK'nin gerçek yüzüne dair, ispatlı delilli onlarca yayın burada
 
***

ERDOĞAN'IN KEYİFLE VE HUKUKSUZCA YIKTIRDIĞI KUR'AN KURSU




Çok yanlış işleri yüzünden Süleymanlı cemaatinden merhum Kemal Kacar bey ağabeyimiz tarafından uzaklaştırılan Erdoğan, kendisinin de çocukken okuduğu kursu, mahkeme kararlarını bile takmayarak ve suç işleyerek yıktırmıştı.



Kur'an kursu bahaneydi. Asıl mesele, Süleymanlı cemaatinin, manevi ve zahiri ilimlerde hiçbir mahareti, birikimi olmayan, dünyevi ilimlerde de bir derecesi olmayan, diploması bile sahte olup, CIA ortadoğu masası şefi ve İçimizdeki İsrail'in dümen suyuna hızla giren Tayyip'e hiç oy vermemesi, vermeyecek olması ve hatta karşısına geçip bu millete, devlete ve ümmete vereceği zararlara mani olmak istemesiydi. Bu bir güç ve intikam gösterisiydi. Ve bu gösteri hukuksuzca yapıldı, suç işlendi.


***




BİRBİRLERİNİ YEDİLER


Sahi siz şu meşhur Yahudi üstün cesaret ödülünün hangi grup tarafından ve hangi hareketleri nedeni ile Tayyip'e verildiğini hala mı çözemediniz?



Tayyip'i akıl almaz bir hızla ve çeşitli sahalarda, özellikle de hukuk sahasında imkansızları başararak tek başına iktidara getiren Siyonistler için ciddi bir sıkıntı vardı; diğer Siyonist grup...



AKPKK kurulup iktidara getirilmeden çok önce dünya genelinde gizlice teşkilatlanmış Siyonistler iki ana gruba ayrılıp birbirleri ile kılıç kalkan oynamaya başlamışlar ve dünyanın dört bir yanında bu yüzden sarsıcı gelişmeler yaşanmaya başlamıştı.

Öyle ki CNN international'ın sahibi olan büyük baş Siyonist, çıkıp "İsrail bir terör devletidir." demek zorunda kalmıştı. Uluslar arası Yahudi teşkilatlanmalarında istifalar ve kelle almalar durmak bilmiyordu.

Bu kapışmanın siyasi ve ekonomik yansımaları da oluyordu. Hükumetler yıkılıyor, onlarca yılın başarılı siyasetçileri olarak tanıtılmış kuklalar devriliyor, bir anda yeni siyasetçiler devleştiriliyordu. Bankalar batırılıyor, holdingler krize sokuluyor, sahipler el değiştiriyordu. Medya ve basın kuruluşlarının sahipleri yeniden belirleniyordu.

Çoktan kurulması gereken Büyük İsrail Devleti kurulamamış, kurulacağına dair ümitler de epeyi azalmıştı. Üstelik geçen her senede Siyonistlerin dünyaya yayılmış holdingleri zayıflıyor, zarar ediyor, para ve güç kaybediliyordu. Pek çok hususta birbirlerinden farklı düşünen bu iki grubun, en önemli sıkıntılarından biri de buydu. 

Bir gruba göre derhal dünya savaşı (inandıkları Armagedon, bizim tabirimiz ile melhame-i kübra) çıkarılmalı, çok ince hesap yapılmamalı ve çok büyük kayıplar ile acılardan sonra mutlaka kazanacaklarına olan inançları sarsılmamalıydı. Diğer gruba göre ise dünya şartları meydandaydı. Sadece kendi holdingleri değil, genel manada ABD bataktı, AB bataktı... Hızla ekonomide, teknolojide, ziraatta, eğitimde, hatta uzay çalışmalarında bile güçlenen Ortadoğu ve Asya ülkeleri ile nasıl savaşılacaktı? Rusya çoktan uzaya hakimdi ve NASA kendine bir roket bile yapamaz durumdaydı... Ne ABD'den ne de AB ülkelerinden savaşacak asker de çıkmazdı.

750 milyon asker çıkarabilen, kendi uçaklarını, arabalarını, hızlı trenlerini, uydularını, uzay robotlarını, silahlarını üretebilen Çin ile nasıl savaşılacaktı? Yine Çin ile beraber Şangay Birliğinin başını çeken ve pek çok sahada (özellikle de nükleer silah teknolojisinde ve stokunda) batıya fark atan Rusya ile nasıl savaşılacaktı?

Şahinler grubundan olan Ariel Şaron, artık gittiği her ülkede Yahudilere seslenerek "Bulunduğunuz ülkelerde rahatsanız ve güvende iseniz bu İsrail'in varlığı sayesindedir. Bu gün İsrail'in varlığı da sizin varlığınıza ihtiyaç duymaktadır. Hepiniz İsrail'e göç etmelisiniz" diyordu. Şartlar her geçen gün daha da ağırlaşırken bir an önce oldu bittiye getirilmeliydi her şey... 

Hatlar o kadar gerilmişti ki, bu çağrılara kulak asmayan Yahudilere, ne kadar ciddi olduklarını göstermek istedi şahin grup ve dünyada yoğun olarak Yahudilerin yaşadığı şehirlerin hemen hepsinde, art arda patlamalar oldu. İşte bizdeki sinagog ve HSBC patlamaları da tam o zaman oldu. Çok enteresandır diğer grubun kontrolünde hareket eden Tayyip hemen kameralar karşısına çıkıp "Ülkeme ve milletime terör yolu ile verilmek istenen bir mesaj varsa, bu mesajı elimin tersi ile itiyor ve ayaklarımın altında eziyorum" demişti de birkaç gün sonra ikinci patlama olmuştu.

Sahi siz şu meşhur Yahudi üstün cesaret ödülünün hangi grup tarafından ve hangi hareketleri nedeni ile Tayyip'e verildiğini hala mı çözemediniz?

O ödülün, Fethullah Gülen'in de kankası olup dünyaya yayılmış Katolik misyoner örgütlerini ve gizli kardinaller ile bunların bulunduğu ülkelerdeki teşkilatlanmalarını da arka plandan yöneten Siyonist ADL'nin başkanı Abraham Foxman tarafından Tayyip'e verildiği aynı gün, diğer grup da Mehmet Emin Karahmetmet'e üstün idarecilik ödülü vermişti.

Bu şiddetli kapışmanın Türkiye ayağında, en çok direnebilenlerden biri, karşıt grupta olan Mehmet Emin Karametmet'ti. Beklenenden çok çok fazla direndi Karamehmet... Gizli Yahudi Koçibey ailesinin kızı ile evlenen ve kendisi de Yahudi kökenli olan Cem Uzan'ın ve ailesinin iplerini çekmek zor olmadı. Medyaya bu mücadele Tayyip-uzan mücadelesi olarak aktarıldı. Daha düne kadar saygın ve kudretli iş adamları olarak tanınan onlarca kişiyi "batık banka patronları"na dönüştürmek de zor olmadı ama Karamehmet o kadar kolay lokma olmadı. Çok direndi. Çok şaşırttı.

33 dereceli mason ve Yahudi Üzeyir Garih bu kapışmalarda, ilk alınan kellelerden sadece biriydi. Emirlere ve amirlere itaat etmeyen "Birader"lere hiç acınmadı. Üstelik bir de ABD derin devleti ile beraber "Türkiye'nin milli ve manevi hassasiyetlerinin hızla güçlendirilmesi, çıkacak savaşta Türk ordusunun ve gerekirse topyekun Türk milletinin beleş asker olarak kullanılması" kararlaştırıldı da 2004 yılında Colin Powell bunu hiç gizlemeden, açıkça ilan etti: "Türkiye'yi ılımlı İslamlı cumhuriyet yapacağız."

Kendi aralarında çok münazara edip karar aldılar. Nereye kadar izin verecekler ve ne kadar riske gireceklerdi. "İslami partiyi iktidara getirmek yetmez, gerekirse hilafete bile razı olmalıyız. Hatta Ortadoğu'daki müslüman çoğunluğu yönlendirmek için hilafet gücünü de kullanmalıyız." dediler.

Neticeyi biliyorsunuz; Rusya ve Çin bu planları da bozdular. Üstelik Türkiye'de İmam-ı Rabbani evlatları yaşananlardan habersiz değildiler ve isim, san, şöhret, para, makam hırsları olmadan, bedeller ödeyerek bu planları deşifre edip bozdular, güçlerini, bağlantılarını da kullanıp bozdular. Hala bozuyorlar. İşte bu yüzden bu ülkede AKPKK'nin ve onu kurup oynatan CIA ile MOSSAD'ın ve bu istihbarat örgütleri ile işbirliği halinde devletimize ihanet eden #İçimizdekiİsrail'in en büyük hasmı, Süleymanlılar cemaati... 

Bu ülkede, kendi çapında dönen küçücük cemaatler hariç, belli başlı bir tesir gücüne ulaşmış cemaatlerin arasında CIA'nın kontrolüne girmemiş tek bir cemaat var ki o da Süleymancılar diye anılan Süleymanlılar cemaatidir. İşte son zamanlarda kopan fırtınanın sebebi de budur. AKPKK sonunu gördü ve yıllardır bu kadar planına mani olan Süleymanlıların idaresini ele geçirmek ya da şimdilik hiç değilse cemaati bölüp bir kısmını ele geçirmek için aklına gelen her şeyi deniyor. 

İsteyen istediğini denesin! Bizler buradayız. Kılıcımız kınında değil. Üstümüze gelen kendini doğrar. 

Mehmet Fahri Sertkaya

Erdoğan'ın ve AKPKK'nin gerçek yüzüne dair, ispatlı delilli onlarca yayın burada

***

İhaneti görenler anlatıyor; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İsrail'e çalışıyor


YENİÇAĞ’a konuşan AKP kurucusu Şener eski yol arkadaşı Başbakan’a çattı.

Abdüllatif Şener’in çok konuşulacak şok açıklamaları...

AKP’nin kurucu üyelerinden olan Abdüllatif Şener, Başbakan Erdoğan’ın İsrail’in
güvenliğini sağlamak için BOP eş başkanlığı yaptığını söyledi.

Kapanan Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın BOP eşbaşkanı olarak Orta Doğu’da görev yaptığını belirterek, “Başbakan, İsrail’in Orta Doğu’da güvenlik içinde yaşaması için taşeronluk görevi üstlenmiştir” dedi. 

Yeniçağ’a konuşan Şener, kurucu üyesi olduğu eski partisi AKP’ye ve Başbakan Erdoğan’a sert eleştiriler yöneltti. Büyük Ortadoğu Projesi’nin 2004’te ABD’de yapılan G-8 toplantısında resmen açıklandığını belirten Şener, “Açıklanan demokrasi projesinde Libya ile Türkiye eş başkan seçildi. Başbakan da bu toplantıdaydı. Erdoğan da BOP’un eş başkanlığını üstlendi” diye konuştu. 

Projede demokrasinin bahaneden başka bir şey olmadığına dikkat çeken Abdüllatif Şener şöyle devam etti: "Ne batının ne de İsrail’in bölgede demokrasi istediği söylenemez. Orta Doğu’nun en demokratik seçimleri yapıldığı halde seçimi kazanan Hamas’a bakış tarzları, meşru bir yönetime olan bakış tarzlarını yansıtmıyor."

Önemli olan İsrail

Demokrasi rüzgarının neden Suudi Arabistan’a ve Katar'a ulaşamadığını soran Şener, İsrail karşıtlarına bölgede hayat hakkı tanınmadığını anlattı. Şener, “Nüfusa oranladığınızda bu demokrasi dalgasında en büyük halk ayaklanması Bahreyn’de yaşanmıştır. 400 bin nüfuslu ülkede 50- 60 bin kişi günlerce gösteri yaptı. Oradakilerin özelliği; demokrasi istiyorlardı, evet ama İsrail karşıtı bir gruptu. Ancak talimatı verdiler, Suudi Arabistan askerleri girdi ve çok kanlı bir şekilde bastırdı orayı” dedi. 

Batı Orta Doğu’da her zaman demokrasiye değil, sömürecek kaynaklara ve İsrail’in
güvenliğine baktığını kaydeden Şener. “Böyle bir amacın taşeronluğunu, eş başkanlığını üstlenmek başlı başına bir sorundur. Görüyoruz ki başbakan rolünü, görevini çok sıkı tutmuş, sürdürüyor” ifadesini kullandı.

Terör ve dış politika

Abdüllatif Şener, “Türkiye’de demokrasinin standardı düştü, özgür basın yok, gelişmiş sivil toplum yok, özgürce yazıp düşünen, menfaat ve korku endişesi taşımayan aydın yok. Türkiye’de neden demokrasinin standardı yükselmiyor da ülkemiz gittikçe antidemokratik görüntüler içine giriyor?” sorularının çok önemli olduğunu ifade etti. Türkiye’de kendi ayağına kurşun sıkan, ülkesinin aleyhine sonuçlar doğuracak bir dış politika uygulayan başbakan ve dışişleri bakanı olduğunu savunan Şener, terör ve dış politikanın bu hükümeti çok zora sokacağını ileri sürdü.

Türkiye Suriye’nin parçalanması için çalışıyor

AKP’nin kuruluşunda bulunduktan sonra uzun süre bakanlık ve başbakan yardımcılığı yapan Abdüllatif Şener, hükümetin Suriye’da yaşananları kamuoyuna yanlış aksettirdiğini söyledi. Şener, “Sorun Beşşar Esad’ın, yönetimden uzaklaştırılması gibi takdim ediliyor. Halbuki bununla hiçbir ilgisi yoktur. İlk günden beri Türkiye ve muhaliflerin destekçileri Suriye’nin parçalanması için çaba gösteriyor” dedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Birleşmiş Milletler’da yaptığı konuşmada, Suriye’de uçuşa yasak bölge istediğine dikkat çeken Abdüllatif Şener, “Davutoğlu, burada tampon bölge istiyor. Halbuki biz daha önce bunu Kuzey Irak’ta gördük. Bu doğrudan doğruya Suriye’nin parçalanmasını istiyorum demektir” şeklinde konuştu. Türkiye’nin somut bir şekilde yönetimin değişmesini değil, Suriye’nin parçalanmasını isteyen projelerin peşinde koştuğunu anlatan Şener, “Sadece Suriye’yi değil, Suriye ile birlikte Lübnan’daki Hizbullah’ı da bitirmeye yönelik bir harekettir bu. Bu proje bir İsrail projesidir. Bu projenin içerisinde MOSSAD ajanları kaynaşıyor. Ama bu projenin en güçlü ayaklarından biri Başbakan, bunda bir terslik yok mu?” sorusunu sordu.

Abdüllatif Şener, Suriye’nin parçalanmasından en çok yararlanacak olan ülkenin de İsrail ile terör örgütü olacağının altığı çizdi.

Erdoğan'ın ve AKPKK'nin gerçek yüzüne dair, ispatlı delilli onlarca yayın burada