Soner Yalçın'ın, Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri, Süleymanlılar cemaati ve Recep Tayyip Erdoğan ile ailesi hakkındaki şok edici ve gülünesi yazısı.
Nerem düzgün?
Hani deve demiş ya "Sanki nerem düzgün?" diye, tam da o misal bir yazı...
Tabii ki yine Soner Yalçın imzalı. Ben bu Soner'e "Soner! Bu kitapları gerçekten kendin mi yazdın? Şimdi bu köşe yazılarını gerçekten sen mi yazıyorsun? Şayet hepsi senin eserin ise sen bu işi bırak. Ya da birilerinin iddia ettiği gibi bunlar senin eserin değilse, başkaları yazıyor ise, iddia edildiği gibi derin devletin ulusalcı kanadı yazıyor ve sen imzanı atıyorsan, onları/yazanları değiştir. Ya da gücün yetmiyorsa, çak istifayı çık." deyip duruyorum ama bu Soner beni, yazdıklarımı yok sayıyor. Kendisi bilir...
Bana da, Soner böyle çuvalladıkça, düştüğü utanılası halleri gözler önüne sermek kalıyor. Şu yazı, mensubu bulunduğum Süleymanlılar cemaati ile alakalı olup çoktan yayınladığı bir yazı. 6 Ağustos 2014'te yayımlanmış olan bu yazı defalarca karşıma çıktı bu güne kadar... Bir türlü fırsat bulup, kendimi kandırıp okuyamadım. Malumunuz, daha önce de yazmıştım bunu; ben bu güne kadar bir tek Soner Yalçın imzalı kitabı bile sonuna kadar okuyamadım. Hatta sonunu geçelim, yarısına kadar bile okuyamadım. Hep sıkılıp sıkılıp, biraz da gülüp geçip attım elimden. Bu güne kadar, sonunu görebildiğim Soner Yalçın imzalı köşe yazısı da çok az sayıdadır. Bunlar bende bir fobi mi oluşturdu bilmem, ilgimi çeken bir konuda karşıma çıkan, dikkatimi çeken bir yazının, Soner Yalçın imzası taşıdığını görünce, içimden bir enerji beni geri tutuyor. "Boş ver gitsin, kale almaya, zaman tüketmeye, moral bozmaya değmez." diyor.
Ama az önce bir kez daha çıktı karşıma bu yazı ve itiraf ediyorum, yine yazının sonunu göremedim. "Mezar siyaseti" ara başlığına kadar okuyabildim. Bütün samimiyetimle yazıyorum, oradan sonra ne yazdığını merak bile etmiyorum. Ciddiye de almıyorum. Neden mi? Çünkü o ara başlığa kadar Soner Yalçın imzası ile yazılmış o yazıda bakın neler var:
1- Kemal Kaçar değil, Kacar... Yani Ç ile değil C ile...
2- Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri, ne sağlığında ne de vefatından sonrası için bir postnişin belirlemedi/bırakmadı. Postnişin, Farsça pūstnişīn kelimesinden dilimize/kültürümüze geçmiştir ve 'posta oturan kişi' ve 'tarikat şeyhi' ve 'daha evvelkinin yerine geçen' anlamlarına gelir. Daha çok Mevlevi tarikatında kullanılan bir tabirdir ve son zamanlarda oluşan yaygın kanaatin aksine, Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin de bir mürşid-i kamili olduğu Nakşi tarikatında bu tabir pek kullanılmaz. Soner Yalçın'ın bu tabirin kökenini ve gerçek anlamını ve kullanım sahasını bilmeden kullanmış olması da benim için mesele değil, tabii ki memleketin en önde gelen, saygın, etkili, dolu dolu yazarı imiş gibi sunulup reklam edilip durulan birinin, tam olarak ne ifade ettiğini bilmediği tabirleri kullanıyor olması büyük bir kusur ve eksikliktir ama hayatının hiçbir döneminde Soner'i, pazarlandığı gibi biri görmemiş benim için, meselenin bu yönü pek önemli değil. Asıl önemli olanı, Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin, kendisinden sonra yerine başka bir postnişin, şeyh, mürşid bırakmadığını, kendilerinin 'son mürşid-i kamil' olduğunu dağdaki çoban bile duymuşken ve özellikle son yıllarda Akademi Dergisi sayfam ve sitem üzerinden yaptığım yayınların neticesinde bu husus, Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin son mürşid olduğu hususu, çeşitli cemaatler ve tarikatlar arasında büyük tartışmalara sebep olmuşken bile, bu gerçekten haberdar olmayışıdır. Ya da haberdar olup, henüz bilmediğim, anlamadığım bir sebepten yine de aksini iddia edebilmesidir. Bu ihtimallerden hangisi geçerlidir, en iyi kendisi bilir ve isterse bir açıklama yapabilir. Bizler de öğrenmiş oluruz.
3- Merhum Kemal Kacar'ın 2000 yılında vefatı, Süleymanlıları bölmemiştir. Üç beş kişinin AKP'nin elinde oyuncak olması, AKPKK'yi kuran CIA ve MOSSAD'ın, AKPKK üzerinden cemaati bölmek teşebbüsünde bulunması, bir bölünme değildir. Bu bir başarısız teşebbüstür. Bu yazının 2000 yılında değil de 2014 yılında bu şekilde yazılmış olması, en kibar tabirle büyük bir ciddiyetsizliktir. Her meseleyi, işine geldiğinde en derinlemesine ele alan, istediği gibi anlatabilmek için en ince detayları karıştırıp duran bu yazarın (ki gerçek yazarın kim olduğunu bilmiyorum. Belki kendisi, belki başka birisi ya da birileri... Çıkıp bu husustaki iddialara dair açıklamalar yapsa ne iyi olur.), böyle gözler önündeki bir gerçeği, gerçek şekli ile değil de istediği gibi anlatması çok ayıp bir harekettir. Süleymanlılar cemaati, tarihi boyunca birçok sefer bölünmek ve parçalanmak istenmiş ama bu teşebbüslerin hiç biri başarıya ulaşmamıştır. Mesela 2016 Eylül ayında Arif Ahmet Denizolgun'un ani bir rahatsızlık neticesinde alemi değişmesi üzerine, bir bölme teşebbüsü daha gerçekleşmiştir. Yine bu AKPKK'nin, daha doğru ifade ile, AKPKK üzerinden CIA ve MOSSAD'ın elinde oyuncak olan bir avuç kovulmuş sözde Süleymanlı, bir kez daha, daha önce bölemedikleri cemaatimizi bölmek gayretine hep bir anda, bir yerden talimat almışçasına girişmiş, merkezimizin ve ardından Akademi Dergisi'nin büyük mücadeleleri ile sadece birkaç günde bu bir avuç aciz, seviyesiz, birikimsiz, tesirsiz kişi perişan halde, bir şok daha yaşayarak ortada kalakalmışlardır. Bu da yine başarısız bir teşebbüs olarak kalmıştır ve bir bölünme söz konusu olmamıştır. 2014 yılından bakınca da bu gerçekler, cemaatin hiçbir zaman bölünmediği, çok zaman bölünmek istendiği gerçeği gözler önündedir, bu yazıyı kaleme aldığım Kasım 2016'dan bakınca da bu gerçekler gözler önündedir. Yeter ki insan görmek istesin... Daha onlarca sene geçmişte bile nice bölme teşebbüsleri var, oraya girsek, bu yazı sayfalarca uzar. Her teşebbüsü bölünme olarak kabul edeceksek, şu ana kadar kaç parça olmamız gerekirdi ama hala her zaman olduğu gibi tek parçayız. Bu gerçekleri ısrarla görmek istemeyenler, neden böyle yaparlar/yazarlar bilinmez.
4- Birbirleri ile köprüleri atmış iki kardeş arasında miras kavgası yaşanması, olağan dışı, çok tuhaf, enteresan, daha önce görülmemiş ve duyulmamış bir şey değildir. Gayet tabiidir. Bu miras paylaşımı meselesini ele alıp, çok çok sınırlı bilgi verip, 'çok tatsız' tabirini kullanıp, 'neyse geçelim' deyip detayları işlememek, çok çirkin bir harekettir. Bunu da görünce, yukarıda da izah ettiğim gibi gözler önünde olan meseleleri bile olduğundan farklı anlatan cümleler kurmasını yadırgamamak gerekir. İşte tam burada bu yazıyı kaleme alan/alanlar için, ben bir şey demiyorum, sakin bir kişiliğim, sabır eder bir şey de demem ama heyecanlı bir yapıya sahip birileri de çıkıp "Art niyetliler, samimiyetle hareket etmiyorlar. Bu gazetecilik değil. Bu mütefekkirlik değil. Bu adalet değil. Kalemin namusu bu değil." derlerse, karışır pazar... Zaten bu yazıda, yazıyı kaleme alanın bu cemaate 'Süleymancılar' demesi bile, münevver/aydın biri olmadığını ya da samimi olmadığını ya da her iki ihtimalin gerçek olduğunu tek başına gözler önüne seriyor. Hangi ihtimal gerçek bilmem ama şu miras meselesine bile saçma sapan Türk Guguk Sistemi nazarından bakıp, İslam'ın miras hukukunu bilmeden, hatta kardeşlerden birinin İslam'ın miras hukukuna göre hareket ediyor olması ihtimalini bile düşünmeden yorum yapmak ve 'çok tatsız' demek de bir o kadar tuhaf.
Neyse geçelim...
5- ''Süleymancılar arasında 'gerçek lider kim?' tartışması hala sürüyor'' cümlesini bir kişinin 2014 yılında bile yazabilmesi ve bunu iddia edebilmesi, 'Yazıyı kaleme alan, temas ettiği meselelerden mi bihaber yoksa art niyetli mi?' sorusunu doğurur... Ben cemaatin içindeyim. 2000 yılında da içindeydim, 2014 yılında da içindeyim, şu anda da içindeyim. Ben ve milyonla diğer cemaat mensubu, böyle bir şey yaşamadık, görmedik. Hiçbir zaman 'gerçek lider kim?' tartışması olmadı. Hatta arama motorunda beş on dakika bile aratsa, çok sayıda yazarın da bu hadiseleri bölünme olarak yorumlamadığını/yorumlayamadığını görürdü. Cemaatimiz içinde her zaman tek söz sahibi olduğunu, henüz adı AK Parti konulmamış ve CIA Ortadoğu masası şeflerinin, ülkemizdeki Amerikan büyükelçisinin, çeşitli Sabetayist gizli Yahudilerin, gizli Ermenilerin, Kürt Yahudilerinin, Masonların, gizli Yahudi patronların ve benzeri kişilerin başını çektiği o siyasi teşkilatlanmanın, nam-ı diğer 'Erdemliler hareketi'nin, cemaatimizi bölme teşebbüsleri sırasında, cemaatimizden sadece üç beş kişinin ilişiğinin kesilerek bu teşebbüsün başarısız bırakıldığını ve dünya genelinde on milyonlarca müntesibi bulunan cemaatimizdeki tek söz sahibi kişinin de merhum Arif Ahmet Denizolgun olduğunu bilirdi. Şu yazıyı kaleme alan kişi, kaleminin namusuna söz gelebileceği endişesi duyarak, hiç değilse cemaatimizi tanıyan, bilen kişilerle görüşerek, onlardan bilgiler alıp bu bilgilerin sağlamasını da alarak, 'yazıp iddia edip duruyorsun ama ispat et bakalım?' denilecek olursa elinde ispatlar da hazır bulunarak yazmalıydı. Bu manzaradan sonra, Soner Yalçın imzalı yazıları yazan kişinin, kaleminin namusuna halel gelmiş midir, ben bilmem, bir şey de demem, okuyan herkes kendisi karar versin.
6- Merhum Arif Ahmet Denizolgun, hiç bir zaman MHP'ye destek vermedi. Bütün partilere eşit mesafede durdu. Cemaatimiz ilk zamanlardan beri, ülkedeki bütün partilere eşit mesafede durdu. Seçim vakti gelince, uygun gördüğü partiye hatta partilere oy verdi. Pek çok seçimde bu cemaat, oylarını birden fazla partiye böldü. Bölge bölge, şehir şehir başka partilere oy verildi. Hatta çok zaman partiler kale alınmadan, bölge bölge ve şehir şehir değerlendirmeler yapılarak, adaylara oy verildi. Partilerden çok, hangi bölgede hangi ismin aday olduğu ile ilgilenildi. Bu cemaatimizin hiçbir zaman bir siyasi partisi, destek verip sahiplendiği ve tasvip ettiği bir partisi olmadı. Dahası da var ki, merhum Arif Ahmet Denizolgun, MHP'ye destek verdiği şeklinde basında çıkan iddiaları da tekzip etti. Birkaç tıkla, bunu arama motorlarında aratıp bulmak mümkün. Bu kadar net ve göz önünde olan bir hususu da görmemek için ya kör olmak lazım, ya gerçeklik algıları tepe taklak olmak lazım, ya art niyetli olmak lazım, ya çok çok dalgın bir anda böyle bir yazıyı kaleme almak lazım, ya da başkalarının yazdığı yazılara, anlayıp bilmeden imza atıp kendi yazısı gibi yayımlamak lazım. Kimseyi de bir şeyle suçlamıyorum. Soner Yalçın hakkındaki bu iddialar, başkalarının yazıp onun imza attığı iddiası sık sık gündeme geliyor ve ben daha önce Soner Yalçın'a dair yazdığım bir kaç yazıda, onu, bu iddialara açıklık getirmesi gerektiği hususunda ikaz etmiştim. Oralı olmadı. Kendisi susabilir ama kamuoyunun bunu merak edip tartışmaya da, şüpheler oluştukça sorular sormaya da hakkı var.
7- Süleymanlılar cemaatinin bir 'İstanbul kanadı' olduğunu iddia edene, sadece ama sadece gülünüp geçilir. 'Sadece gülünüp geçilir mi? Başka bir tek ihtimal bile mi yok?' diyenlere de cevaben denir ki; 'Bir ihtimal daha var, o da şu, gülüp geçmez de acıyıp geçebilir ama yine de insan şuna kızamaz, sinirlenemez bile...'
İşte tam da buradan sonra Karacaahmet mezarlığında, Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin mezarının yanıbaşına nakledilen Tenzile Erdoğan'ın mezarı meselesine geçmiş. Yazının başlığında 'Erdoğan'ın çalıntı mezarlığı' dediğine göre, galiba bu ara başlıktan sonra mevzuyu daha da yıkıp geçmiştir. Ben daha fazla dayanamadım ve yazının devamına geçmedim. Gerçekten de devamını okumadım ve okumayacağım da, zihinlerde 'Acaba okuyucusuyla dalga geçmek için mi yazılmış?' şüpheleri bile uyandıran bu yazının devamını... Siz bunca şeyden sonra ciddiye alıp okuyabiliyorsanız, helal olsun size, büyüksünüz. Veli sabrı olması lazım adamda... Ya da umursamazın teki olması lazım.
Okuyacaksınız da ne olacak... Beş satırda on hata ya da kasıtlı saptırma...
İşte bu Soner Yalçın da memleketin saygın, dolu dolu gazetecisi, araştırmacı yazarı, öyle mi? Aman sevsinler... Alın sizin olsun.
Mehmet Fahri Sertkaya | Akademi Dergisi